İstanbul’un metrekareye düşen turist sayısının en yoğun olduğu Sultanahmet civarı, tarihi ve mimari şaheserleri, çevre düzenlemeleriyle geçmişle bugünü iç içe yaşatıyor. Bir tarafta Sultanahmet Cami (içindeki çinilerinden dolayı yabancılar Blue Mosque -Mavi Cami- diyorlar), Ayasofya Müzesi, yer altında Yerebatan Sarnıcı, biraz ilerde Topkapı Sarayı derken meydanda nereye baksanız bir güzellikle karşılaşırsınız.
Topkapı Sarayı, Fatih Sultan Mehmet zamanında 1478 yılında yaptırıldıktan sonra yaklaşık 380 sene devletin idare merkezi oluyor. Sultan Abdülmecid’in Dolmabahçe Sarayı’nı yaptırmasından sonra saray halkı oraya taşınsa da Topkapı önemini hiç kaybetmemiş. Hatta Sultan Abdülmecid zamanında ve sonrasında bir müze gibi gelen yabancı konuklara gösterilirmiş.
3 Nisan 1924 tarihinde Atatürk’ün emriyle halkın ziyaretine açılmak üzere İstanbul Âsâr-ı Atika Müzeleri Müdürlüğü’ne bağlanan Topkapı Sarayı, önce Hazine Kethüdalığı sonra Hazine Müdüriyeti adıyla, sonunda Topkapı Sarayı Müzesi olarak hizmet vermeye başlamış. 1924 yılında bazı onarımlar yapıldıktan sonra 9 Ekim 1924 tarihinde müze olarak ziyarete açılmış.
Sarayburnu tepelerinden boğaza bütün ihtişamıyla bakan Topkapı Sarayı, mükemmel konumunun yanı sıra mimari yapısı ve içinde barındırdığı Osmanlı döneminin zenginliğiyle ülkemizin en çok ziyaret edilen müzelerinin başında geliyor. Sahip olduğu zenginliği odalar içinde camekanlar arkasından görmek -hatta kalabalıktan görememek- yüzünden ne yazık ki saray havasını yaşatamasa da bahçe düzenlemeleri, dış görünüşü ve binalarıyla hala çok etkileyici…
Ayasofya Müzesi’ni solumuza, III. Ahmet Çeşmesi’ni sağımıza aldığımızda karşımıza Bab-ı Humayun (Saltanat Kapısı) çıkar. Bu kapıdan girince büyük ve ağaçlar içinde bir avluya gireriz. I. Avlu (Alay Meydanı) adı verilen bu alandan günümüze kadar gelmiş olan Aya İrini, Doğu Roma İmparatorluğu’nun Hıristiyanlığı kabulünden sonra yapılan ilk kilisesidir (M.S 330′lu yıllar). Fatih, İstanbul’u fethinden sonra buraya sarayı yaptırırken kiliseyi camiye çevirmemiş, kıymetli savaş ganimetlerinin saklandığı, özel eşya korunağı olarak kullanmıştır. Sonra gelen padişahlar da bu geleneği bozmamış, 1869 yılında ise Aya İrini Müze-i Hümayun (Sultanın Müzesi) olmuştur. Günümüzde çeşitli sanatsal etkinliklere ev sahipliği yapıyor.
Topkapı Sarayı, Fatih Sultan Mehmet zamanında 1478 yılında yaptırıldıktan sonra yaklaşık 380 sene devletin idare merkezi oluyor. Sultan Abdülmecid’in Dolmabahçe Sarayı’nı yaptırmasından sonra saray halkı oraya taşınsa da Topkapı önemini hiç kaybetmemiş. Hatta Sultan Abdülmecid zamanında ve sonrasında bir müze gibi gelen yabancı konuklara gösterilirmiş.
3 Nisan 1924 tarihinde Atatürk’ün emriyle halkın ziyaretine açılmak üzere İstanbul Âsâr-ı Atika Müzeleri Müdürlüğü’ne bağlanan Topkapı Sarayı, önce Hazine Kethüdalığı sonra Hazine Müdüriyeti adıyla, sonunda Topkapı Sarayı Müzesi olarak hizmet vermeye başlamış. 1924 yılında bazı onarımlar yapıldıktan sonra 9 Ekim 1924 tarihinde müze olarak ziyarete açılmış.
Sarayburnu tepelerinden boğaza bütün ihtişamıyla bakan Topkapı Sarayı, mükemmel konumunun yanı sıra mimari yapısı ve içinde barındırdığı Osmanlı döneminin zenginliğiyle ülkemizin en çok ziyaret edilen müzelerinin başında geliyor. Sahip olduğu zenginliği odalar içinde camekanlar arkasından görmek -hatta kalabalıktan görememek- yüzünden ne yazık ki saray havasını yaşatamasa da bahçe düzenlemeleri, dış görünüşü ve binalarıyla hala çok etkileyici…
Ayasofya Müzesi’ni solumuza, III. Ahmet Çeşmesi’ni sağımıza aldığımızda karşımıza Bab-ı Humayun (Saltanat Kapısı) çıkar. Bu kapıdan girince büyük ve ağaçlar içinde bir avluya gireriz. I. Avlu (Alay Meydanı) adı verilen bu alandan günümüze kadar gelmiş olan Aya İrini, Doğu Roma İmparatorluğu’nun Hıristiyanlığı kabulünden sonra yapılan ilk kilisesidir (M.S 330′lu yıllar). Fatih, İstanbul’u fethinden sonra buraya sarayı yaptırırken kiliseyi camiye çevirmemiş, kıymetli savaş ganimetlerinin saklandığı, özel eşya korunağı olarak kullanmıştır. Sonra gelen padişahlar da bu geleneği bozmamış, 1869 yılında ise Aya İrini Müze-i Hümayun (Sultanın Müzesi) olmuştur. Günümüzde çeşitli sanatsal etkinliklere ev sahipliği yapıyor.
II. Avlu’ya çıkan “Orta Kapı”yı (Bâb-üs Selâm) geçince asıl müze girişine varmış oluyoruz. Sağ tarafta sıra sıra bacaları ve kubbeleriyle Matbah-ı Amire (sarayın yemeklerinin yapıldığı bölüm), sol tarafta Has Ahırlar (padişahın ve saray atlarının bakıldığı yer), biraz daha ilerleyince Harem-i Hümayun karşımıza çıkıyor.
Harem: Bu bölümde yer alan Harem’e ayrıca giriş ücreti alınıyor (15 TL). Yaklaşık 250 odadan oluşan Harem, bilinen anlamından ziyade saray kadınlarının yetiştirildiği ve yaşadığı bir tür okuldu. Buradaki kadınlar dini eğitimin yanı sıra müzik, yemek, dikiş, nakış vb. de öğrenirlerdi. Padişah, valide sultan, kadınefendiler, gözdeler, şehzadelerden oluşan hanedan ve cariyeler ile haremi koruyan harem ağaları hariç hiç kimsenin giremediği sarayın en korunan, özel yeri haremdi. Harem düzenini oluşturan her bir hizmet ve hiyerarşi grubu birer avlu çevresindeki mekanlarda yaşardı. Bunlar girişten itibaren harem ağaları, darüssaade ağası, cariyeler, valide sultan, padişah, kadınefendi, şehzade ve gözdeler daireleridir. Bu bölümlerde odalara girilmiyor; sadece dışarıdan, taşlıktan bakılabiliyor. Bu çıplak halleriyle de insanın gözünde canlandırması pek mümkün olmuyor.
Çini kaplamaları duvarlarıyla harem ağaları koğuşu üç kat boyunca sıralanan odalardan oluşuyor. Alt kattaki taşlığa bakan odalarda yönetici ağalar, üst katlarda ise acemiler yaşıyordu.
İlerleyince cariyeler ve kadınefendiler taşlığı geliyor. Hanedanın devamı ve hizmeti için civar ülkelerden getirilen kızların oluşturduğu cariyeler, saray disipliniyle eğitilirlerdi. Yeteneklerine göre yükselip cariyeleri eğiten kalfa ve usta olabilirlerdi. Padişahla beraber olan cariyeler gözde; padişahtan çocuk sahibi olanlar kadınefendi; çocuğu tahta çıkarak padişah olanlar ise valide sultan olarak en üst makama ve otoriteye sahip olabilirdi.
Cariyeler; padişah, valide sultan ve kadınefendi daireleri altındaki büyük koğuşlarda yaşardı. Kadınefendiler çocukları ve hizmetlerindeki cariyeleriyle birlikte kendilerine ait dairelerde yaşarken bunlardan veliaht şehzadesi olanlar başhaseki olarak adlandırır ve arkasından gelen üç kadınefendiyle birlikte valide sultandan sonra harem hiyerarşisinde önemli bir yere sahip olurlardı.
Buradan sonra valide sultan dairesi karşımıza çıkar. Padişah dairesiyle birlikte haremin en geniş ve önemli bölümüdür. 1500′lü yıllarında sonunda valide sultanların saraya taşınmasıyla inşa edilmiştir. Ziyarete açık olan bölüm sofa, yatak ve dua odalarıdır. Çini kaplamalı duvarlar, 19. yy. başında batı etkili panoramik manzara resimleriyle de süslenmiştir.
Cariyeler; padişah, valide sultan ve kadınefendi daireleri altındaki büyük koğuşlarda yaşardı. Kadınefendiler çocukları ve hizmetlerindeki cariyeleriyle birlikte kendilerine ait dairelerde yaşarken bunlardan veliaht şehzadesi olanlar başhaseki olarak adlandırır ve arkasından gelen üç kadınefendiyle birlikte valide sultandan sonra harem hiyerarşisinde önemli bir yere sahip olurlardı.
Buradan sonra valide sultan dairesi karşımıza çıkar. Padişah dairesiyle birlikte haremin en geniş ve önemli bölümüdür. 1500′lü yıllarında sonunda valide sultanların saraya taşınmasıyla inşa edilmiştir. Ziyarete açık olan bölüm sofa, yatak ve dua odalarıdır. Çini kaplamalı duvarlar, 19. yy. başında batı etkili panoramik manzara resimleriyle de süslenmiştir.
Valide sultan dairesinden sonra hünkar sofası gelir. Padişahların kabul ve tören salonu olarak kullanıldığı gibi hanedanın toplandığı eğlenceler, bayramlaşma ve düğün törenleri de burada yapılırdı. Hünkar sofasında padişahın oturduğu taht ve valide sultanla kadınefendilerin oturduğu bir galeri bulunuyor. Duvarlara çini, kalemişi vs. süslemeler yapılmış.
Hünkar sofasından sonra yol, gözdeler/mabeyn taşlığı ve dairesine çıkıyor. Böylece Harem’in son bölümüne gelmiş oluyoruz. Burası, altınyol üzerinde yan yana sıralanmış gözde odalarıyla başhaseki dairesi ve zemin katta aynalı odayı da içeren mabeyn bölümünden oluşuyor olsa da bunların hiçbirini göremiyoruz. Sadece dışarıdan binaya bakılabiliyor. Aynı taşlıkta bir de 17.yy’da farklı dönemlerde yapılan iki has odadan oluşan Çifte Kasırlar (Şehzadeler Dairesi) bulunuyor. Şehzadeler erişkin çağa gelene kadar saray disipliniyle eğitilir, sonra da Anadolu’da çeşitli şehirlerde sancak beyliğine gönderilerek ülkeyi yönetme konusunda tecrübe kazanırlardı. 17.yy. başından itibaren Harem’in de yönetimde etkili olmasıyla birlikte sancağa çıkma terk edilerek şehzadeler Harem’de yaşamışlardır. (Harem’le ilgili burada yazdığım bilgiler, Harem’deki bilgilendirme panolarından düzenlenmiştir.)
Harem’in çıkışı III. Avlu’ya açılsa da biz Harem girişinin yanındaki Divan-ı Hümayun ve Adalet Kulesi’ne geri dönelim. Adalet Kulesi, Sultan Abdülaziz zamanında bugünkü yüksek ve sivri külahlı görünümünü kazanmış, sembolik olarak Osmanlı Devleti’nde adaletin her şeyin üstünde olduğu gibi bir anlamı var.
Divan-ı Hümayun’un bulunduğu II. Avlu, devlet ve saray düzeninin yönetim etkinlikleriyle ilgili yapılarının yer aldığı bir avlu olarak tasarlanmış. Divan ve Adalet Meydanı olarak da bilinen bu alan, ayrıca padişahların tahta çıkış ve cenaze törenlerinin yapıldığı yer olarak da kullanılmış. Buradaki Kubbealtı, Divan-ı Hümâyûn’un ana toplantı yeri olmuş. Adalet kasrına bitişik olan duvarında, padişahın divan çalışmalarını demir parmaklıklar ardından izlediği pencere (Kafes-i Müşebbek) bulunuyor. Divan toplantılarını veziriazam yönetir; padişah bu kafesin ardından izlerdi.
Divan Meydanı’ndan ilerleyince padişah dairelerinin ve Enderun’un yer aldığı III. Avlu’ya geçişi sağlayan sarayın en önemli kapısı Bâb-üs Saade (Saadet Kapısı ya da Ak Ağalar Kapısı) karşımıza çıkar. III. Avlu, Enderun Avlusu olarak bilinir. Padişahın yaşamı için gerekli yapılar ile Enderûn teşkilatının gerektirdiği koğuşlar bulunurdu.
Bâb-üs Saade kapısının tam karşısında Arz Odası bulunur. Padişahın yabancı devlet elçilerini kabul ettiği ve devlet erkanı ile toplantılar yaptığı alan, restorasyonlardan sonra ziyarete açılmıştır. Ayrıca, veziriazam’ın divan toplantıları sonrası padişaha gündemi arz ettiği yerdir. Hemen karşısındaki kubbeli bina ise saraydaki kitapların bir arada durması için III.Ahmet’in yaptırdığı III.Ahmet Kütüphanesi ya da Enderun Kütüphanesi’dir. Meydanda bir de girişe izin verilmeyen Ağalar Cami bulunuyor.
Bâb-üs Saade kapısının tam karşısında Arz Odası bulunur. Padişahın yabancı devlet elçilerini kabul ettiği ve devlet erkanı ile toplantılar yaptığı alan, restorasyonlardan sonra ziyarete açılmıştır. Ayrıca, veziriazam’ın divan toplantıları sonrası padişaha gündemi arz ettiği yerdir. Hemen karşısındaki kubbeli bina ise saraydaki kitapların bir arada durması için III.Ahmet’in yaptırdığı III.Ahmet Kütüphanesi ya da Enderun Kütüphanesi’dir. Meydanda bir de girişe izin verilmeyen Ağalar Cami bulunuyor.
Arz Odası’nın sağ tarafındaki yan yana odalar ise saray koleksiyonunun camekanlar ardından izlendiği bölümlerdir. İlk odada padişah elbiselerinden örnekler; Hazine I’de abanoz taht, sorguçlar; Hazine II’de ganimet olarak alınan ya da hediye edilen Osmanlı nişanları, saltanat tahtları; Hazine III’de saray sanatçılarının yüzyıllar boyunca yaptıkları eserler; Hazine IV’de Topkapı Hançeri, Kaşıkçı Elması gibi saray hazinesinin önemli parçaları sergileniyor (Bu bölümlerin içinde fotoğraf çekmek yasak).
Has Oda adı verilen Padişah odasında Müslümanlığa ait Kutsal Emanetler sergileniyor. Bu alanda her zaman canlı olarak Kuran-ı Kerim okunuyor. Bu odadan çıkıp yandaki odaya girince de genellikle 19. yy. eserlerinden oluşan Padişah Portreleri bölümü yer alıyor.
III. Avlu’yu geçince Sofa-i Hümâyûn denilen bölüme (IV. Avlu) geçilir. Bu bölüm Sultan IV. Murad (1623-1640) ve Sultan İbrahim (1640-1648) döneminde Haliç tarafına doğru genişletilerek ve yeni köşkler yapılarak günümüzdeki görünümünü kazanmıştır. IV. Murat’ın fetihlerin anısına yaptırdığı birbirine benzeyen Revan Köşkü (1636) ve Bağdat Köşkü (1639) bu bölümdedir.
III. Avlu’yu geçince Sofa-i Hümâyûn denilen bölüme (IV. Avlu) geçilir. Bu bölüm Sultan IV. Murad (1623-1640) ve Sultan İbrahim (1640-1648) döneminde Haliç tarafına doğru genişletilerek ve yeni köşkler yapılarak günümüzdeki görünümünü kazanmıştır. IV. Murat’ın fetihlerin anısına yaptırdığı birbirine benzeyen Revan Köşkü (1636) ve Bağdat Köşkü (1639) bu bölümdedir.
Bu avluda ayrıca, içi ve dışı çinilerle kaplı Sünnet Odası, Sofa Cami, Mecidiye Köşkü ve Kameriye Köşkü gibi yapılar var. Burada deniz tarafında İstanbul manzarasını arkanıza alarak fotoğraf çektirmek için özel bir bölüm var. Yabancı turistlerden fırsat bulunursa böyle bir fotoğraf arşivinizde olmalı bence. Lokantanın olduğu tarafta da yine mükemmel İstanbul Boğazı manzarası görülebilir.
Müzeye giriş 20 TL. (2009). Harem bölümü için ayrıca 15 TL. ödemek gerekiyor. 20 TL’ye Müze Kart alarak bir yıl boyunca Kültür Bakanlığı’na bağlı müzelere ücretsiz girilebilir. Avrupa’da pek çok ülkede olan bu uygulamanın artık bizde de olmasından mutluyum. Müze Kart ile sadece İstanbul’da değil, ülkemizin her yerinde belirtilen müzelere girilebiliyor. Üstelik bilet kuyruğuna girmeden kartımızı okutup turnikeden hemen geçebiliyoruz. Topkapı Sarayı Müzesi Salı günleri hariç her gün 09.00-17.00 saatleri arasında ziyarete açıktır.
Mustafa Berk GÜL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder